9 Aralık 2013 Pazartesi

Judith Okely ile Röportaj

Cingeneyiz.org: Hindistan'dan göç teorisinin Çingeneleri Avrupalı entelektüeller nezdinde birer "egzotik yabancı"ya dönüştürdüğü kanısındasınız. Sizce Avrupalı entelektüellerin endişesinin ardında ne gibi sebepler var?

Çingenelerin kökeninin Hindistan'a uzandığı fikri, birçok Avrupalı'da, daha doğrusu birçok Avrupalı bilim insanında ilgi uyandırıyor. Bu düşünce muhakkak endişe doğurmak zorunda değil. Aksine, Edward Said'in de belirttiği gibi, insanlar "Öteki"yi ekzotize etmeyi severler. Çingene olmayanlar ya da halk dilinde Gacolar, Gezginlerin ya da Çingenelerin bünyesinde bir takım yerel unsurlar barındırabileceği fikrinden daha fazla endişe duyuyorlar. Zira bu yaklaşım, Çingenelerin yerleşik "üstün" topluma olmasa da egemen olana, asimilasyona karşı direnç gösterdiklerini ima ediyor.

Dünyanın her yerinde her topluluğun birden fazla kökeni olabilir. Artık belli genetik özelliklerle sınırlanmış, diğerlerinden net bir biçimde ayırt edilebilir genetik toplulukların bulunduğunu söylemek mümkün değildir. Kültürel toplulukların aksine, kültürel benzerlikler olmaksızın genetik benzerlikleri olan topluluklar elbette vardır.

The Traveller Gypsies'in (Okely 1983) ilk bölümünün yanlış anlaşılması sebebiyle 1980'lerin sonunda patlayan tartışmayı, 1990'lar ve sonrasında ortaya çıkan bazı önemli yanlış temsilleri düzeltmek için bir fırsat olarak değerlendiriyorum. Orijinal metinlerimin kötü niyetli olmayan, dikkatli ve açık fikirli bir okuması, internette dolaşan alayları, kulaktan dolma dedikoduları, akademik olması gereken bazı yayınlarda yer alan hicivleri boşa çıkaracaktır.

Öncelikle, Çingenelerin Hindistan'la hiçbir bağlantıları olmadığını HİÇBİR ZAMAN iddia etmedim. Kendisini Çingene, Roman ya da Gezgin olarak tanımlayan HERKESİN, 10. yüzyılda Hindistan'dan göç eden sınırlı bir topluluğun soyundan geldiği iddiası karşısında şüphelerim vardı sadece. Ancak düzmece argümanlar icat ederek bunları bana atfetmek ve orijinal metinleri hiçbir şekilde okumayanlara sunmak, bu kişiler için politik anlamda kullanışlıydı.

Örneğin 1990'ların sonunda Budapeşte'de CEU'da Romanlar üzerine ders verdiğim dönemde, bir Rus dili öğrencisi Romanları/Çingeneleri/Göçebeleri etnik birer grup olarak tasvir etmeme çok şaşırmıştı. Bir şekilde, benim bunu kati surette reddettiğime peşinen inanmıştı. 1975 tarihli Gypsies and Government Policy in England (Adams, Okely, vd.) isimli kitapta bu kesimlerin kimliğini etnik grup olarak ortaya koyarak aslında bunu yapan ilk kişi olduğumu belirttim. Kitabın ikinci bölümünü oluşturan 'Gypsy Identity' isimli yazının sahibi olarak, antropolog Frederick Barth'ın (1969) kullandığı "self ascription" kavramını kullandım.

Yine 1990'larda, "akademik" kitaplar okumadığını itiraf eden, İngiliz Çingene Konseyi'nin saygıdeğer bir üyesi, epey sıkılarak, İngiliz bir dilbilimcisinin benim "Çingene diye bir şey yoktur, serseriler vardır" şeklinde bir beyanda bulunduğumu söylediğini belirtti. Belki de Cher'in "Gypsies, Tramps and Thieves" (Çingeneler, Serseriler ve Hırsızlar) isimli şarkısı, bu dilbilimcinin başını döndürmüştü. Aslında bir keresinde Yorkshire'daki bir kampta bazı Çingene çocuklarına bu şarkıyı çalmıştım. Şarkıyı zaten çok iyi biliyorlardı. Benden bir kopyasını istediler. Ben de elbette verdim.

Entelektüel tarih tartışmalarına geri dönecek olursak, 1970'lerden itibaren, sadece Sanskritçe ile olan bağlantıdan dolayı değil aynı zamanda insanların yaşam biçimlerini farklı açılardan, iktisat, din, aile yapısı, akrabalık gibi kültürel bağlamları içinde çalışan bir antropolog olduğum için, Çingenelerin Hindistan kökeni tartışmalarının içine çekildim. Ben Cambridge'deki hocam Edmund Leach'den öğrendiğim bütünsel antropolojik yaklaşımdan etkilenmiştim. Buna göre, kültürel pratikler, sadece kökenle açıklanamazlar. Diğer yandan mevcut anlam ve pratiğe de bakılmalıdır ki bunlar zamandan zamana değişirler.

Folklor ve 19. yüzyılın başındaki bilimsel yayınları okuduktan sonra, gaco bilim insanlarının ve diğerlerinin bütün çağdaş Çingene geleneklerini Hint kökenine dayandırma takıntısı içinde olduklarını gördüm. Çingenelerdeki ölülerin eşyalarını yakma pratiğinin Hindistan mirasından kaynaklandığını iddia eden gacolarla hala karşı karşıya geliyorum. Halbuki Çingenelerin pratiği hayli farklıdır. Aslında Hindular daha çok ölülerin bedenlerini yakıyorlar. Fakat Çingeneler bunu kesinlikle yapmıyorlar. Ölü gömme pratiklerindeki benzerliklerin ölü yakma için söz konusu olmadığını onaylayan Piasere, Stewart ve Williams gibi birçok Avrupalı araştırmacıyla olan görüşmeler sonrasında Dictionary of Cremation'da da belirttiğim gibi, ölünün eşyaları yakılmakta ya da imha edilmekte, ancak beden özenle hazırlanmış bir mezara konulmaktadır. (ayrıca bkz. Okely, 1983, 12).

İnançlara getirilen indirgemeci açıklamaları sorgulamak, beklenmedik sonuçlar getirdi. Gaco bilim insanlarının benim Çingenelerin tarihini reddettiğimi iddia etmeleri hayli incitici oldu. Dilbilimci Donald Kenrick bana şöyle seslendi: "Kitabını her okuduğumda onu yakmak istiyorum" (Okely, 1997, After Writing Culture içinde, ed. James, Hoccky ve Dawson). Neden bunu istediğini sordum. Aslında neden tekrar tekrar okuduğunu sormam gerekirdi. Manchester Üniversitesi'nden dilbilimci Yaron Matras, Gypsy Lore yayınları ile bağlantılı Liverpool University Press'den çıkan bir kitapta, meseleyi daha da kişiselleştirerek, argümanlarımın "kutsal savaş" edasında olduğunu iddia etti. (s. 65, The Role of the Romanies içinde, ed. N. Saul ve S. Tebbutt, 2004.) Ayrıca, "Avrupa'nın farklı yerlerinde iki yüz yıldan beri üretilmekte olan bilimsel bilgi"yi göz ardı ettiğimi ilan etti (age). Belki de Oxford'daki doktora jüri üyelerim Michael Banton ve Peter Riviere de bilgilendirilmeliydi. Tez danışmanım Godfrey Leinhardt da beni hiç bu şekilde tasvir etmemişti.

Matras, coğrafya dahil sosyal bilimlerdeki genel terminolojiyi anlamadan Çingenebilimci şeklindeki tabirimin bir küfür olduğunu iddia etti. Oysa uzmanları ilgilendikleri alan üzerinden tanımlamak yaygındır; Afrikacı ve Güney Asyacı gibi. Çingenebilimci tabiri de Çingenelerin tek bir bölgeyle ilişkili olduğu gerçeğinin üstesinden gelmektedir. Bu dil profesörü benim bir sosyal bilimci olarak, bölgesel ve ulusal düzlemde popüler olan bir söylemle çarpışmakta (bkz. Okely, 2008, 'Knowing without Notes' in Knowing How to Know, ed. N. Halstead, E. Hirsch ve J. Okely) olduğumu anlamadı.

Tırnak içinde "gizil diller"e gönderme yaparken, Matras'ın iddia ettiği gibi Romanların gerçekte bir gizden ibaret olduğu biçiminde karikatürize ettiği fikri savunmuyor, bazen bizzat Çingeneler tarafından da sahiplenilen popüler temsilleri işaret ediyordum. Yaptığım sıradan bir ironi yanlış anlaşıldı. Bazı akademisyenler için bir antropoloğun araştırmasının merkezine yaşayan insanları koyması garip gelebilir. Var olan materyal sadece internetten ya da raflardan temin edilebilir birer "kanıt"tan ibaret değildir. Röportajlar yapan ya da yanında bu işi yapabilecek asistanları olan bir dilbilimci, zaman ve mekan açısından belli sınırlılıklar içinde olsa da bilginin ve insanoğlunun daha geniş ufuklarını görebilmek için açık olmalıdır.

Fonseca'nın Beni Ayakta Gömün (1995) adlı eseri, fikirlerimin yanlış temsil edildiği bir başka kaynak olarak gösterilebilir. Teşekkür bölümünde, "Özellikle dört yıldan fazla süredir fikirlerimi ve izlenimlerimi sabırla dinleyen ve kitap taslağının tamamını okuyan Donald Kenrick'e teşekkürü borç bilirim" demektedir. Belki de bu durum benim çalışmama olan TEK referansın neden şu şekilde olduğunu açıklamaktadır: "Judith Okely, özellikle İngiliz Göçebelere gönderme yaparak Hindistan kökeni tezlerini tamamen reddetmekte (benim vurgum) ve bu yaklaşımı, genellikle göç eden ve uzun süredir Avrupa'da yerleşik olan bir halkı egzotikleştirmenin ve marjinalize etmenin başka bir yolu olarak görmektedir" (s. 100). Bibliyografya bölümünde ise, "Okely yaygın olarak kabul edilen Çingenelerin Hindistan kökeni teorisini (ve bu yöndeki dilbilimsel argümanları) reddetmektedir" iddiasında bulunmaktadır (s. 308).

Yanlış bir şekilde gündeme getirilen aynı yazarın Çingenelerin hayvanlar ve yemek yeme tercihlerini etkileyen kirlenme tabusundan söz ederken benim çalışmamdan intihal yaptığı için herhangi bir vicdan azabı içinde olmadığını keşfettim (Fonseca, 1995, s. 104-106. Okely, 1983, s. 89-104). Benim çalışmama tek bir gönderme dahi yoktu. Üstelik yayıncılar birkaç kez uyarılmış olsa da sonraki baskılarda da herhangi bir düzeltmeye gidilmedi. Kitabın önsayfasında Fonseca'nın bu çalışmanın yazarı olarak 1988 Telif Hakları, Tasarım ve Patent Kanunu gereğince tüm hakkına sahip olduğu, yayının hiçbir bölümünün yayıncının izni olmadan kullanılamayacağı konusunda bizleri bilgilendirmektedir. Fakat diğer yazarlardan intihal serbest! Ayrıca ben kendisinden intihal yapılan tek yazar değilim.

The New York Review of Books'da bu kitaba ayrılan iki sayfalık yazıda, Çingenelerin bu tuhaf hayvan inançlarının yazarın eşsiz bir keşfi olduğundan söz ediliyor. Chicago Üniversitesi Antropoloji bölümünden bir profesörden bu değerlendirmenin bir kopyasını aldım. Profesör, bu bilginin yaklaşık on sene önce benim orijinal çalışmamda yer alıp almadığını sordu. Dr. Persaud'un karıştığı bir başka intihal skandalı sonrasında, Atonement'ın yazarının da dahil olduğu yazın dünyasında, kurgusal olmayan bir yayından izin olmaksızın yapılan alıntının sırf "dolaylı bir anlatım" olduğu için intihal sayılmaması konusundaki şikayetimi İngiliz bir gazeteci de duymuştu. Claire Armitstead, şikayetimi doğrulayacak bir kanıt sormuş ve Fonseca'nın sayfalarıyla benimkileri karşılaştırınca ikna olmuştu. Böylece Guardian'ın web sayfasında yer aldım.

Dilbilimciler ve ünlüler, sosyal bilimler ve özellikle antropolojik alan araştırması analizindeki özen isteyen işleri anlamıyorlar ya da görünen o ki anlamak istemiyorlar. Ben ilk olarak "Thinking Through Fieldwork"de (Okely, 1994, Analysing Qualitative Data içinde, ed. A. Bryman ve R. Burgess) bu durumdan bahsettim. Sosyal bilimcilerin neleri birer kanıt olarak alması gerektiğine ilişkin analizim oldukça bilgilendirici oldu. Aynı makalenin bazı bölümleri yaklaşık on sene sonra bir Açık Öğretim Üniversitesi yayınında -Doing Social Science Research (S. Yates 2004) kullanıldı. Burada T. W. Thompson'ın The Journal of the Gypsy Lore Society'de yayınlanan 1922 tarihli makalesinin bir dipnotundaki kayıp potansiyel ispatlanmaktadır. Kensington Halk Kütüphanesi'nde bulunan bu tarz tüm dergileri okumak için aylar harcadım. T. W. Thompson aslında öncü antropolojik metinlere gönderme yapmıştı.

Çalışmalarımın karikatürize edilmesine rağmen, internetteki incitici yalanlara hala şaşırıyorum. Birisi benim "Roman halkının düşmanı" olarak damgalandığımı haber verdi. Meğerse bir sosyolog, 1990'ların başında Hollanda'da gerçekleştirilen bir konferansta benim bireysel olarak "Birleşik Krallık'taki Çingenelere yönelen tüm ırkçı saldırılardan sorumlu" olduğumun duyurusunu yapmış. Belli ki Birleşik Krallık'taki bir davada, benim bilgim olmaksızın, kitabım avukatlar tarafından Çingenelere ve Gezginlere karşı ayrımcılık için kullanılmış. Yargıç ya da hakim, benim "saf ırk" kavramına karşı durduğumu (Nazi teorilerine rağbet edilmediği günden beri sosyal bilimcilerin çoğunun oydaştığı bir şey) okumuş ve Göçmenlerin "saf ırk" olmaması sebebiyle ırkçı ayrımcılık konusunda bir taleplerinin olamayacağına kanaat getirmiş. Bütün bu olanlar hakkında benim herhangi bir bilgim ya da onayım yoktur.

İroniye bakın, bu kati iddiaya rağmen ben 1990'lardan bugüne dek bilirkişi olarak Çingeneler namına birçok davada yer aldım. Birçok kez, bireysel davaların kazanılmasına yardımcı oldum. Bir keresinde ise ırkçı bir toprak lordundan kendisini savunmam için bir teklif geldi. Elbette bu teklifi reddederek bilirkişiyi konu hakkında bilgilendirdim. Ayrıca yakınlarda bir İskoç Mahkemesi'ndeki ifademle, bugüne dek reddedilen İskoç Gezginlerinin etnik kimliğinin ilk kez tanınmasına vesile olduğum için gururluyum.

Neden kadın entelektüellerden duyulan erkekçe korku, akademik nefreti ateşliyor? Elbette, genelde olsa da her zaman bu nefretin kaynağı erkekler değil. Eğer İngiltere'deki etnik bir azınlığa mensup olsaydım, bu adamlar bu saldırılara cesaret edemezlerdi. Benim genç kadınlara ve erkeklere önerim, öğretmeyi ve üniversitede araştırma yapmayı kendilerine hedef olarak belirlemeleri olacak. Sözlü saldırı ve iftiranın her zaman daha çok itibar getirdiği maço akademideki kan sıçratan horoz dövüşüne hazırlıklı olsunlar. Maalesef, fonların, yayınların ve erken terfilerin yolunu bunlar açıyor. Bilgi ve elbette politik sorumluluk için yapılacak ahlaki ve entelektüel bir araştırma, cinsiyete dayalı çatışmalara ve alaycı suikastlere maruz kalıyor (bkz. Okely, 'Gendered Lessons in Ivory Towers', Identity and Networks içinde, 2007, ed. D. Bryceson, J. Okely ve J. Webber). Entelektüel alışveriş ve bilgi paylaşımı itibar görmüyor. Neyse ki akademik konumum hiçbir zaman sosyal bilimci olmayan erkek dilbilimcilerin yapıtlarına bağlı olmadı. Aksine ben Çingeneler ve Gezginlerden çok şey öğrendim. Hakim haşin sistem içinde asimile olmadıkları için onlara hayranım.

The Times Higher Education'da yakınlarda yayınlanan "Mağdur öğretim görevlisi diyor ki: alanda bulunanlar ateş altındadır, onlara destek verilmesi gerekir" isimli yazıda (27 Mayıs 2010 s. 17), Margaret Greenfields "Çingene ve Gezginlerle olan çalışmasından dolayı mağdur olduğunu" belirtti. Özellikle açılan dava ve internetteki nefret mesajları sonrasında, olay toplumun geniş kesimlerini ilgilendirmeye başladı. Yukarıdaki örneklerden de anlaşılabileceği gibi, aynı tarafta olması gereken akademisyenler bile çelişkileri besleyebilmektedirler.

Cingeneyiz.org: Özellikle 19. Yüzyılda "Çingene" ve "Çingene benzeri" tanımı gelişti. "Gerçek çingene" olarak tanınmayan topluluklar bu tanımdan olumsuz olarak etkilendi mi? Bununla ilgili olarak İrlandalı gezginlerin durumu ile ilgili görüşleriniz nelerdir?

Evet, ironik bir biçimde "gerçek Çingene" tiplemesi aslında daha çok bu tanımı yapanların ilgisini yansıtıyor. "Gezgin Çingeneler" (The Traveller Gypsies) kitabında da belirttiğim gibi, yaratılan bu "gerçek" tanımı ötekileri kötülemek için oluşturulmuş hayali bir kavramdır. Bu kurgusal 'gerçek çingeneler' kırsalda yaşar, at arabalarıyla seyahat eder ve nazik insanlardır. Ama 32. sayfada bahsettiğim gibi (Okely 1983), The Times gazetesinde yayınlanan makalelerden, 19. yüzyıl İngiltere'sinde ilk atlı vagonların o dönemde çok çirkin ve korkunç bir algı oluşturduğu ve hiç de romantik bulunmadığını anlıyoruz.

Acton (Gypsy Politics and Social Change 1974), 1960 öncesi ve sonrasında haberler ve resmi kayıtlarda İrlandalı gezginler hakkında yazılan iftiralarla ilgili detaylı ve akılcı bir eleştiri hazırladı. Buradan, Gezginler ile ilgili; İngiliz, İskoç, Galli ya da İrlandalı, tüm nefretin sadece İrlandalı olanlara yöneltildiğini anlıyoruz. Manooth Üniversitesinden Dr Seamus O Siochain'ın editörlüğünü yaptığı bir kitapta yazdığım makalede, anti-İrlandalı teması Britanya sömürgeciliğinin İrlandalılara yaklaşımını yansıtır.

Çingenelerin gerçek köklerinin Doğu-Oryantal olduğunu öne çıkartmanın, yeni grubu kabullenme gibi bir sonucu var. Mesela ilk defa İskoçya'da "Mısırlı" olarak kayda geçenlerin daha sonraları Çingenelere olarak adlandırıldığını görüyoruz. Ancak bazıları, gezginlerin yerel Pikt ya da Kelt kökenlerini ön plana çıkartmayı tercih ediyorlar. İrlandalılar zaten yeterince yabancı akımlarla yüz yüze geldikleri için, genelde yabancı bir Hint kökenini bir ayrıcalık olarak algılamaz. Ancak bazıları gezginleri, "kötü" İngilizlerin güç kazanmasından önce yaşamış eski bir yerel uygarlığın temsilcileri olarak düşünmeyi tercih eder.

Cingeneyiz.org: "Gerçek Çingene" ve "Çingene benzeri" ayrımı ırkçı bir sınıflama mıdır?

Aslında "Çingene" ve "Çingene benzeri" kavramlarını kullanmak ırkçılık olabilir. Ancak, Çingene'ye benzemek kötü birşey değil. Müzik ve dansları, taşınma ve gezginlik kapasiteleri gibi popüler Çingene imajının iyi yanları vardır. Ben adaptasyon ve her konudaki yaratıcı değerlendirmelerine gıpta ediyorum. Birgün bir Çingene bana "Beni nereye koyarsan koy, orada yaşamımı sürdürebilirim. Çöle bile koysan hayatta kalmanın bir yolunu bulurum" demişti.

Cingeneyiz.org: Romanca'nın bağımsız bir dil olarak varlığı konusunda ne düşünüyorsunuz?

Ben dilbilimci değilim. Dolayısıyla dilbilimcilerin güncel profesyonel tanımlarını takip etmem söz konusu değil. Ama, Latince, Fransızca ve İngilizce, biraz da İtalyanca ve Farsça bilgime dayanarak bağımsız dil diye bir olgudan bahsetmenin pek de mümkün olmadığını söyleyebilirim. (Profesyonel dilbilimci eğitimi almadım ama Paris Sorbonne'da Fransızca okudum, Fransızca ve Latince okumak için Oxford'un giriş sınavlarını başarıyla geçtim.) Bana fikrimi sordunuz. Yukarıda bahsettiğim ilk dört dil, İspanyolca'yla birlikte, birbirileriyle ilişkilidir. Latince'yle olan bağlantıları ve Roma İmparatorluğunun etkisi nedeniyle pek çok Avrupa dilinde kelimeleri anlayabiliyorum. Bu, her Avrupa dilini Latince kökenli olduğu için anlayabileceğim anlamına gelmiyor. Üstelik İngilizce Anglosakson bir dildir. Nasıl ki Hindistan ve Amerika'da konuşulan İngilizce birbirinin aynısı değilse, Romanca'nın da farklı zaman ve yerlerde pek çok varyasyon ve formlarının olması mümkündür. 10,000 Anglo-Roman kelimenin Sanskritçe kökenleri olduğunu söyleyen Sampson'un zaman zaman bazı belirsiz sayılabilecek bağlantıları ön plana çıkarttığına inanıyorum.

İlginçtir, 1970'te Anglo-Romanca'nın (İngiltere'de konuşulan Romanca) melez olup olmadığını araştıran Ian Hancock'un JGLS'te (Journal of Gypsy Lore Society – Çingene Kültürü Topluluğu dergisi) yayınlanmış eski bir makalesindeki tezleri desteklemekle eleştirildim. Bu doğru değil. Bu konuda benden daha büyük deneyimi olan Matras'a bu meselenin açıklığa kavuşturulabilmesi için daha detaylı araştırmaların yapılması gerektiğini belirttim. Ben çok nadiren dilbilimcileri ilgilendirecek konulara girdim. Öyle görünüyor ki Hancock'un kendisi de bu makaledeki tezlerinin arkasında durmuyor. Matras'ın beni konuyu aktaran kişi olarak suçlama konusundaki ısrarını anlamıyorum. Uzmanlara göre İngiltere dışındaki bazı topluluklar en az yukarıda bahsettiğim diller kadar bağımsız bir dil olarak değerlendirilebilecek bir Romanca konuşuyorlar.

Buna rağmen, Avrupa Birliği destekli çok uluslu Romanca sözlük oluşturma projesi konusunda kuşkularım var. Bazı Avrupa Roman Toplulukları kendi Romanca formlarının değerinin azaltıldığı ve önemsizleştirildiği kanısındalar. Şimdi bu insanlar komite tarafından onaylanan resmi Romancayı mı konuşmak zorundalar?

Yüzyıllar boyunca diğer dillerin karıştığı bir dili yeniden oluşturmak saf bir ırk yaratmayı çağrıştırıyor. Bazı dilbilimciler bu konuyu tartışmak istemiyorlar ama, bu iddialar son zamanlarda politik nüfuzu olan Gacolar tarafından da sıkça dillendirildi. Antropologlar gerçekten de 2008'de tartıştığım gibi, bu konunun ideolojik boyutlarını da değerlendirmeliler.

Önemli bir uzman tarafından ortaya atılan, tesadüfen rastladığım bir öneri beni çok şaşırttı. Diyor ki, eğer Çingeneler'in saf Hint kökeni tanımlanamıyorsa bu, batıya göç sırasında kadınların Çingene olmayanlar (gaje'ler) tarafından tecavüze uğramış olmalarından kaynaklanmıştır! Bir antropolog olarak ben Çingene, Roman ya da gezginlerin harikulade ve dahiyane değişimleri, adaptasyonları ile çok daha fazla ilgiliyim. Çingenelerle yaşarken, göç etmeyi tercih eden Çingene olmayanların (gaje) eşleri, kocalarıyla birlikte seyahat ediyorlardı. Çingene olmayanlarla evlenen Çingene kadınlar da genellikle yerleşik hayata geçiyorlardı. Bu deneyimlerim sırasında kesinlikle Çingene kadınlarının tecavüze uğradığı evliliklere rastlamadım.

Dilbilimcilerin karşılıklı, cevabı önceden belli birebir görüşmelerinden çok, sosyal ya da kültürel kullanımı olan kelimelerin Romanca'ya nasıl ve hangi şartlarda girdiği ya da başka bir kelimenin yerini aldığı benim ilgimi hep daha çok çekti. Antropologlar, bu "veri toplama" tekniğinden çok katılımcı gözlemlere öncelik verirler. Nadiren yaptığım haftasonu uzaklaşmaları ya da eşimle kısa tatil kaçamakları dışında, bir yılı aşkın bir süre komşularımla aralıksız olarak birlikte yaşadım. Saha çalışmalarım fazla mesai, zoraki ziyaretler ya da kesikli uğramalar değildi. Günün 24 saatini Çingene kamplarında geçirdiğim bir eşsiz bir deneyim yaşadım. Karşılaştığım kişiler konuyla direkt ilgisi olan ama dilbilimcilerin bırakın kanıt olarak değerlendirmeyi, gülüp geçecekleri kişilerdi.

Birlikte yaşadığım kişiler ve arkadaşlarım için niçin bazı kelimelerin Romanca kullanıldığı ve bazılarının yerini İngilizce kelimelere bıraktığı gayet açıktı. Örneğin, Romanca çocuk anlamına gelen "chavvie", polis anlamına gelen "gavver" ya da belirleyici değeri olan "mochadi". Bu tercihler kişisel ilişkileri ve kültürel değerleri işaret ediyor. Çingene olmayan bir dilbilimci bir üniversite dersinde bazı Doğu Avrupa Romanlarına Romanca'yı yanlış kullandıklarını söylemeye cüret ettiğinde öğrenciler protesto edip dersi terk etmişlerdi. Dilbilimciler bu dil bilmecesine çamur atacaklarına dilin zaman ve mekanda neden ve nasıl değiştiği konusunda kafa yorsalar daha hayırlı olurdu.

Cingeneyiz.org: Son yıllarda "göçebe zanaatçılar" veya "peripatetik" gibi kavramlar kullanılmaya başlandı. Çingeneler için kullanılan bu tür tanımları fonksiyonel buşuyor musunuz?

Bu kavramlar en azından bu zamana kadar klasik antropoloji tipolojisinin bahsettiği iki çeşit göçebe kavramına atıfta bulunur: avcı-toplayıcı ve otlatıcı (pastoralist) göçebeler. Rena Cotten'in çalışmalarının yardımıyla Gezgin Çingeneler kitabımın 4. bölümünde birbirlerine baskın bir ekonomik bağla bağlı olan bir üçüncü çeşit önerdim. Benim Çingene yaşantısını öncelikli olarak ekonomiye dayandırmam görüşlerimi Acton ile karşı karşıya getirir. Bir antroplog olarak ben, ekonomiden ziyade yalnızca yapısal ve ideolojik konular üzerine çalıştım. Ocak 2010'da Oxford Ünivesitesi Mülteci Araştırmaları Merkezi'nde yapılan "Avrupa'daki Roman Hareketliliği" konferansında kendisi bu konuyu yineledi. İronik bir biçimde, Avrupa'da kaydedilmiş ilk göçebe topluluklarının Feodalizmin çöküşü ile bağlantılı olduğu gözlemlerim ona göre politik ekonominin öncelikli olduğunu düşünen Marx'tan esinlenerek kaydedilmiş. Maalesef, modası geçmiş ve 19. yüzyıl'dan kalan kötü bir antropoloji tasviri hala bazı sosyalbilimcilerin içinde yaşamaya devam ediyor. Son olarak, Matras'ın, sanki diller ve ekonomik uygulamalar birbirine karıştırılmamalıymış gibi, Çingene benzeri göçebe çalışmalarını bu grupların Romancaları ile ilgili çalışmalardan (Saul ve Tebbutt ve Matras 2004) tamamen ayırma azmini hiç anlayamıyorum. Antropologlar insanlarla ilgili politik/ekonomik çeşitlemeler de dahil olmak üzere geniş bir konu yelpazesinde çalışır. Göçebeler, hor görüp küçümseneceklerine saygı duyulmalılardır. Roman / Çingene veya gezgin grupların kendilerine özel baskın politik ekonomiye bağlı gelişen göçebe yapıları vardır ve uluslararası akademik tanımlarda bunlara yer verilmelidir. Göçebe tarihini ve ihtimalleri daha fazla bir kenara itmek kültürel egemenlikten de ziyade sedentarist (yerleşik) egemenliğe yol açar.

Cingeneyiz.org: Halihazırda bir "Çingene" kavramı varken başka kavramlara ihtiyacımız var mı?

Çingene'nin bir kavram olduğunu söyleyemem. Hizmetçi, zanaatkar veya gezgin göçebe kelimelerinin çok sıradan gözüktüğü bir gerçek. Masabaşı memurları tarafından uydurulmuş kelimelere benziyorlar. Avcı-toplayıcı ve çoban tanımlarındaki kuvvetli anlamı taşımıyorlar. Belki peripatetik kelimesi benzer bir kuvveti taşıyordur. Ancak bu Roman/Çingene/Gezginlerin karar vermesi gereken bir konu.

Cingeneyiz.org sitemizde biz "Çingene" kelimesini kullanıyoruz. Politik doğruluk ve aktivizm açısından bu kullanımı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu soruya cevap verebilmem için içeriğini anlamam gerekir. Kelime ve anlamlar zaman içerisinde değişir. Örneğin, çocukluğumda insanlara utanç verici "Siyah Sambo" kelimesiyle ilişkilendirildiği için "siyah" diyemezdik. Bunu biraz da daha sonraki çocukluk yıllarımda evimizi Jamaika ve Trinidad'lı kişi ve ailelerle paylaştığımız için öğrendim. O zamanlar onların kendi tanımlarını kullanırdık (buna aslında Latince'de siyah anamına gelen Negro kelimesi de dahil). Ama 60'ların ortalarında Black Power yükselişi ve Oxford'da Malcom X'le karşılaşmam sonrasında birden siyah kelimesi kabul edilebilir hale geldi. Negro, güney (A.B.D.) ırkçılığı nedeniyle kullanılmaz oldu ve yerini Afrikalı-Amerikalı terimine bıraktı. Hatta A.B.D. medyasındaki politik doğruluk o kadar otomatikti ki Amerikalı bir gazeteci bir keresinde Nelson Mandela'ya Afrikalı-Amerikalı olmaktan gurur duyup duymadığını sormuştu!

AB'nin aldığı, "Çingene" sözcüğünün kamusal alanda kullanılmasını yasaklayan kararı esefle kınıyorum. 2004'te Berlin'deki konuşmamdan az önce bildirmişlerdi bana bu kararı. Oysa ben, kendilerini Çingene olarak adlandırmayı seçen insanlarla yaşadım. Bu insanlar, çocuklarına, Çingene kelimesinin doğru telaffuzunu öğretip, çok erken yaşlardan itibaren kendilerini Çingene olarak adlandırmalarını söylerlerdi. Traveller ise, onlar için, korku kaynağı, saldırgan yabancılardı. Tony Boxall'ın harika resimlerle dolu kitabının (1992) basılmasına yardımcı olan Brian Raywid geçenlerde bana şu anısını hatırlattı; Çingenelerden, kitap için bir başlık önermelerini istiyorlar. Ve hepsi "Çingene Kamera(sı)" başlığını seçiyor. Hatta fotoğraflarda görünen Çingenelerden biri, kitabın bir kopyasının tabutuna yerleştirilmesi ricasında bulunuyor. Akrabaları onun bu isteğine saygı duyuyorlar.

Politik doğruculuk denen şeye inanırım. Eğer insanlar böyle adlandırılmak istiyorlarsa, bunun gereği yapılmalı. Merak ediyorum, acaba Doğu ya da Orta Avrupalı Roman temsilciler, ki kendileri bir zamanlar komünizm bayrağı altında arabulucu olarak istihdam ediliyorlardı, genişleme sonrası AB'den bu şekilde adlandırılmayı mı talep etmişlerdir? Ve sonrasında, Brüksel'deki AB, Batı Avrupalı gruplara sormaya zahmet bile etmeden bu karara rıza mı göstermiştir? Yani, Birleşik Krallıktaki Çingene Konseyi gibi kuruluşların farkında bile değiller sanırım. Hatta İskoç Traveller örgütünün daha 1990'ların başında, isimlerine "Çingene" sözcüğünü eklediğini, çünkü Traveller adlandırmasının, kendilerinin New Age Traveller gruplardan sanılmasına yol açabileceğinden endişe ettiklerini bile bilmiyorlar muhtemelen. İşte yine, katılımcı gözleme ve araştırmalara başvurulmasının elzem olduğu noktadayız. Önceden değindiğim 2010 Oxford Konferansında, Bir İngiliz Çingene kadının platformda, "Amerikan Çingene halkı"na atıfta bulunması beni çok memnun etti. Bu, Doğu ve Orta Avrupa'nın tüm grupları Romanlar olarak adlandırma konusundaki baskısının başarıya ulaşmadığının göstergesiydi. 
Will Guy'ın Gypsies, Tinkers and Other Travellers (ed. Rehfisch 1975)'ta yayımlanan bir makalede bahsettiği üzere, Stalin, atalarının belli yerlerden geldiklerini kanıtladıkları müddetçe, tüm ulusal azınlıklara fazladan yetki ve siyasi güç veriyordu. Dolayısıyla, o dönemin ücretli Roman temsilcilerinin kendi tarihlerini belli sınırlara, topraklara, mesela Hindistan'a, hapsetme eğilimi anlaşılır bir şeydir. Bu, diğer tüm karma-soylardan gelenleri de içine alacak şekilde genişletilmiştir.

Bir keresinde, saygın bir Çingene temsilci bana, bir Dünya Romanlar Kongresinde, Avrupalı temsilcilerin, İrlanda Travellers ile Sinti'lerin kongreye katılmamalarını istediklerini çünkü onların Hint kökenli olmadıklarını öne sürdüklerini üzülerek anlatmıştı.

Cingeneyiz.org: Son zamanlarda Avrupa'da gerçekleşen ırkçı saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tüm yerleşik devletler göçebelerden nefret ederler. Maalesef, Çingeneleri suçlamak ve onları günah keçisi ilan etmek, kontrol edilemez, başa çıkılamaz insanlar olarak göstermek ve erotik fantezilerin nesnesi haline getirmek, birçoklarına siyasi yarar sağlıyor. İtalya'daki örnekler korkunç. Siyasiler günah keçileri yaratıyor sonra da kendi çıkarlarına kullanıyor. Göçebeler ya da göçmenlerin oyları çok seyrek olarak önemseniyor. Çoğu zaman hiç önemsenmiyor. Birleşik Krallıktaki son genel seçimlerde dönen tartışmalar beni şok etmişti. Sağ basın ve bazı "seçkin" gazeteciler, Muhafazakarlar'ın seçim kampanyalarında neden Çingenelerin ayrı kamp alanı kurma taleplerine karşı çıkmadıklarını soruyordu. Böyle küçük bir grubun tüm endişeleri üzerinde toplaması korkunç bir şey. Muhafazakarlardan Michael Howard, parlamentonun 1994'te, belediyelerin Çingenelere ayrı site sağlama sorumluluğunun ilga edilmesine yönelik kararında önemli rol oynamıştı. Kendisi 2005'te parti başkanıyken de, parti reklamlarında, site talebinde bulunan Çingeneleri suçlu göstermişti. Hatta 1990larda Blair hükümeti zamanındaki İşçi Partisi Sekreteri Jack Straw da Travellerları "hırsızlık yapmakla ve kapı aralıklarına dışkılamakla" suçlamıştı. Straw, böylesi bir ayrımcılıktan hiç ceza almadan kurtuldu çünkü Çingene kelimesini kullanmamıştı. Ancak bu durumun, AB'nin savunduklarıyla uyuşmadığı çok açık. Çingeneler ve Yahudiler soykırıma kurban giderken, bir zamanların acılar çekmiş azınlıklarından gelen politikacıların bile etnik hoşgörüsüzlük söz konusu olunca türlü dolaplarla çevirebildiğini görmek beni çok düşündürüyor. 

Cingeneyiz.org: Çingene aktivizmi ile ilgili görüşleriniz neler? Sizce yaşanılan sorunlar neler ve sizce aktivizm nasıl geliştirilebilir? 

Çingenelerin oldukça küçük bir azınlık olduğu ve Birleşik Krallık'takiler özelinde konuşursam, yazısız bir kültüre sahip oldukları, hukuki varlıklarının yok sayıldığı ve yaşantılarına dair belgelerin, başka birçok etnik gruba göre çok az olduğu gerçeği kabul edildiğinde, Çingenelerin lobi yapma şanslarının çok az olduğu görülür. Ben, bir gaci olarak, Çingene aktivistler adına konuşamam. Bu çok ukala bir tavır olur. Geçmişte, Birleşik Krallıktaki Çingenelerin ya görünmez olarak ya da hareket ederek varlıklarını sürdürdüklerini fark ettim. Bununla birlikte, kamusal mekanlarda sesini yükselten Çingene/Traveller/Romanlara hep hayranlık duydum. Mesela, İrlandalı, İskoç, İngiliz, Macar, Romanyalı ve Danimarkalı Çingene/Gezginler/Romanlarla görüştüm, onlarla sohbet ettim. 
Yanı sıra, Avrupa'da Çingeneleri, Gezginler ve Romanları destekleyen, kendini adamış öğrencilerin, özellikle gacı olanların, sayısının her geçen gün artması beni çok etkiliyor. Tüm o Çingene karşıtı propagandalara ve medyadaki olumsuz temsillere hiç pabuç bırakmadılar, beyinlerinin yıkanmasına izin vermediler. Tam tersi, bu insanların içinde bulundukları bağlamı anlamaya çalıştılar ve gerekli gördükleri her yerde seslerini yükselttiler. Öğrencilikten sonraki yaşamlarında, sayıları artan Roman/Çingene/Gezginler mezunlarıyla birlikte, önemli pozisyonlara gelebilirler ve politikayı etkileyebilirler.

Açık Toplum ve George Soros, Roman/Çingenelerin güçlenmesi konusunda sağladıkları olağanüstü teşvik dolayısıyla tebrik edilmeli. Ben şahsen Budapeşte'deki CEU'da ders veriyor olmaktan çok keyif alıyorum.

Ayrıca, Edinburgh Üniversitesi'nde Profesörken, İskoç bir Traveller olan Dr Colin Clark'ın doktora hocalığını yapmış olmaktan hep gurur duydum. Kendisi şimdi Strathclyde Üniversitesinde ders veriyor. Daha yakın bir zamanda da, bir Bulgar Roman arkadaşımızın master tezini yönlendirdim. Onların, gelecekte aktivizme kazandıracağı gücü düşünmek çok heyecan verici. Ben, başka birçoklarının yaptığını tersine, bir Çingene lideri gibi davranamam. 

Cingeneyiz.org: Web sayfamız hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Bu aralar orada harika şeyler gördüm ve okudum. Farklı seslerin ve grupların muhteşem bir karışımı var orda. Yalnız siteye, görüşmemizden önce girememiş olmama üzüldüm. Önceden görmüş olsaydım muhtemelen daha neşeli olurdum ve bu görüşme de daha eğlenceli geçerdi. Benim de biriktirdiğim kimi fotoğraflar var. Bunların, Çingenelerle birlikte yaşadığım zamanlarda ya da sonradan yerel gazetelerden topladım. Kimisini The Traveller Gypsies kitabımda topladım. Böylece arşivlenmelerini sağladığımı düşünüyorum. Farklı gruplarla iletişime girerek ve onların arasındaki iletişimi sağlayarak uluslararası bir dayanışma ağı kurma amacını çok takdir ediyorum. Meslek erbabı göçebeler (evet, sizin bu kavramı kullanış şekliniz daha ikna edici görünüyor) üzerine yazdığınız bir bölümde, farklı adlardan ve farklı ülkelerden bahsediyorsunuz. Orada, 'transracial (ırklarüstü)" kavramının kullanılış şekli çok hoş. Çingeneleri, dünyanın sadece tek bir bölgesinde yaşayan bir gruba indirgeyen ve onları "gerçek Çingeneler" olarak adlandıran yaklaşımın ötesine geçmişsiniz.

Daha önce duyulmamış yeni bir Çingene grubun ya da "meslek erbabı göçebenin" ortaya çıkışı beni hep heyecanlandırmıştır. Geçen ay Leipzig'te ders verirken, Güney Amerika'daki Çingene gruplarla çalışan iki yüksek lisans öğrencisiyle tanıştım. Bana, Anne Sutherland'ın 1970'lerde Amerika'da Çingene grupların tanınmadıklarını gösteren çalışmasını hatırlattı. Çalışmasının başlığı "Çingeneler: Saklanan Amerikalılar"dı. Çingeneler, kendilerini yerli Amerikalı olarak var etmenin yolunu falcılık gibi işlerde buluyorlardı. Bu, yerel halkında onları tanıyacağı yoldu.

Siteniz, ortak bağlantıları olan TÜM kişilerin ve grupların biraradalığına dair muhteşem bir bakış açısı sunuyor. Bir de, tüm grupları göçebe olarak adlandırmıyorsunuz. Kimisi yerleşikliğe zorlandı. Bu durum, şimdilerde Birleşik Krallıkta artan bir risk olarak yorumlanıyor.

Ayrıca sitenizde yürek parçalayan kimi hayat hikayeleri gördüm. Bunlar acı çeken ve siyasi haksızlıklara uğramış insanlar. Bunların yanı sıra dirençlerini ve öylesi acılardan sonra bile bu kadar çabuk toparlandıklarını gösteren hikayelerdi bunlar. Benim komşularım, çalışma arkadaşlarım ve dostlarım arasında da yaygın olan bu direnç beni hep kendine hayran bırakmıştır. "Knowing without Notes" (2008) başlıklı çalışmamda da belirttiğim gibi, özellikle bir yakınları öldüğünde çocukların bununla nasıl baş ettiklerini gördüm. Benim, üst orta sınıf "sürekli metanet halindeki" İngiliz kültürüm, çocukları ölüm fikrinden ve ona dair her ritüelden uzak tutmaya çalışır. Bu ise çocukları, böyle bir durumla karşılaştıklarında ıstırap içinde ne yapacağını bilemez halde bırakır. Oysa Çingene çocuklar cenazelerden dışlanmak yerine, cenaze törenlerinde de ölüm hakkında öğrenmeye devam ederler. Çingene çocukların, böyle durumlar dolayısıyla okula gitmedikleri halde EĞİTİMLİ olmaları beni hep etkilemiştir. Çocuklar, ebeveynlerine çalışırken de eşlik eder. Okula gitmemeyi savunuyor değilim. Söylemeye çalıştığım şu: sitenizdeki kayıtların birinin savunduğunun tersine, topluluklarının sunduğu alternatif eğitim imkânları dolayısıyla bu çocuklar çok zekiler. (Bu savunumla ilgili olarak şu makaleme bakabilirsiniz: "'Non territorial culture as the rationale for the assimilation of Gypsy children" Childhood Journal içinde, Vol. 4, 1997). Başlık için kusura bakmayın. Çocuklar ve milliyetçilik üzerine koplanan Uluslararsı bir Forumda yaptığım konuşmanın bir kısmıdır aslında bu çalışma. Kimi eski komünist ülkelerin hayata geçirdiği, Çingene çocukları zihinsel özürlü sınıflarına yerleştiren şok edici uygulamalara meydan okumanın bir yolu da, bu çocukların yukarda belirttiğim yollardan edindikleri eşsiz yeteneklerini kabul etmektir. Umarım web sayfanız bu konuyu biraz daha deşer ve birçok Çingene çocuğun hayatında büyük yeri olan, alternatif ve sevgi dolu Çingene ailesi pratiklerini ortaya çıkararak bunların takdir kazanmasını sağlar. 

Son olarak, web sayfanızda da yerini almış olduğu gibi, Çingene kadınların güçlerini, harikuladeliklerini ve siyasi zekalarını çok takdire şayan buluyorum. Çingene kadınları, yayımladığınız fotoğraflarda, özellikle dernek başkanlığı gibi konularda, daha görünür kılmanın yollarını aramak iyi olurdu, diye düşünüyorum. Sitenin geneline dair sizleri tebrik ediyorum! Dünyada, baskılar altında ezilen ve yanlış tanıtılan tüm insanların seslerinin bir olması ve güçlenmeleri amacıyla girdiğiniz bu yolda başarılar diliyorum.

PROFESSOR JUDITH OKELY

Yardımcı Yönetici, Uluslararası Toplumsal Cinsiyet Araştırmaları Merkezi (IGS).

Queen Elizabeth House, Oxford University

Research Associate, School of Anthropology, Oxford University.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder