9 Aralık 2013 Pazartesi

Koşuyolu'ndan Sulukule'ye: Korhan Gümüş'le Ropörtaj

Atlas Pasajı’nda Sulukule’de yaşanan yıkım süreci ile ilgili yapılan bir yuvarlak masa toplantısındayız. Toplantının katılımcıları arasında Fatih Belediyesi Başkan Yardımcısı, Sulukule 40 gün 40 Gece İnisiyatifi, Mimarlar Odası aktivistleri ve Sulukule örneğini inceleyen çok sayıda yabancı akademisyen var. Toplantıyı İnsan Yerleşimleri Derneği Başkanı Korhan Gümüş yönetiyor. Toplantıda Gümüş’ün heyecanla savunduğu dönüşümün geniş katılımlı bir şekilde yaşanması. Neyse ki Gümüş sonunda Belediye Başkan Yardımcısından bu konuda söz alıyor. Korhan Gümüş’e toplantıdan hemen sonra, daha ateşi sönmeden teybimizi uzattık ve kendi çocukluğundan Sulukule’ye Çingeneler ve yıkımlar üzerine ilgi çekici bir sohbet gerçekleştirdik.


cingeneyiz.org: Öncelikle Koşuyolu ile ilgili hikayenizden başlamak istiyoruz. Orası İstanbul’un Çingene mahalleleri arasında çok önemli bir mahalleydi. Siz bugünden bakınca orasını nasıl hatırlıyorsunuz?

Korhan Gümüş: Ben İstanbul’un Sultanahmet semtinde doğdum. Fakat ben 2 yaşındayken ailem karşı yakaya taşındı ve bir süre Koşuyolu’nda ikamet ettik. Koşuyolu o zamanlar yeni kurulmuş bir mahalleydi. Banka Evleri vardı. Benim çocukluğumun büyük bölümü, ilkokulun üçüncü sınıfına kadar orada geçti. O sırada Koşuyolu’nda iki alan, iki bölge vardı. Bir tanesi Koşuyolu’nda eski büyük köşklerin bahçesi olan bölge. Yukarıda büyük bir köşk vardır. Zaten Koşuyolu da adını orada bulunan at arabalarının gidiş geliş parkurundan alır. O bölgenin bir İbrahimağa semti vardır. Tarihi bir semttir. Çok eskilere gider tarihi. Haydarpaşa’nın tam arkasındadır. Bir de ilerisinde Koşuyolu. İbrahimağa’da çok karmaşık bir nüfus bulunuyordu. Boşnaklar, Çingeneler ve Müslüman Türkler yaşıyordu. Pek Hrıstiyan yoktu. Orası eskiden gelen çokkültürlü bir yapıya sahipti. Orada benim gördüğüm en önemli şey yazma, işleme sanatıdır. Bunların yapıldığı evlere misafirler gelirdi. Hatta bizim eve misafirler gelirdi. İbrahimağa’nın ününü duyup gelmişlerdi. O dönem el işlemesi, bohçacılık, çeyiz örtülerinin satıldığını bilinirdi.

Çingeneler mi yapıyor bu işleri?

Evet. Ama bu işleri yapan Çingenelerin evlerine gidilirdi. Dışarıda gezip satanlar da vardı. Hani kapıyı çalıp da satılır ya, onun gibi. Ama orada bu işi yapan meşhur evler vardı. O evlere gidilir ve o evlerdekiler işlemelerin sergilerini yaparlardı. Çingeneler o evlere topluyorlardı gelenleri ve orada alışveriş oluyordu ve bunlar çok meşhurdu. İkinci bölüm ise Koşuyolu’nda Ankara yolunun açıldığında ortaya çıkan büyük arazide yapılmış olan barınaklardı. O barınaklar büyük bir nüfus barındırıyordu. İbrahimağa’dan daha büyük bir nüfus orada yaşıyordu. Meyve ağaçlarıyla dolu bir bahçeydi orası. Ve hiçbir bağrış çağrış olmadan, güvenlikle ilgili hiçbir problem olmadan, bir arada yaşamada herhangi bir aksaklık olmadan bu yeni yapılmış evlerle bu Çingene mahallesi bitişik olarak duruyordu. Ben çocukluğumda öyle bir şey olacağını bilmiyordum. Büyük bir sürpriz oldu o yıkımın olması. O ana kadar biz böyle yaşayacağımızı düşünüyorduk. Yani hiç bir zaman bizim çocuk aklımızdan geçmiyordu böyle şeyler. Ama onlar biliyordu açıkçası. Böyle bir şeyin olabileceğine dair beklentileri vardı ki o evler için çok harcama yapmıyorlardı. Dolayısıyla çok fazla ilişki kurmuyorlardı. Çocukken oralara gidiyorduk, meyve topluyorduk, genellikle böyle tek tük ilişki kuruyorlardı. Çünkü biliyorlardı ki bizim annelerimiz, babalarımız kaçacak. Yani geniş bir ilişki kurmaya karşı bir engel vardı. O engeli biz çocuk olduğumuz için sonradan anlıyorduk. Oradaki çocuklarla bizim aramızda bir ilişki yok, aynı mahallede yaşamamıza rağmen onlar biliyorlardı ki bizimle konuşmamaları gerekiyor. Aileleri sanki öyle tembih etmiş. Ve bir gün belediye kamyonları, kazmalarla, dozerlerle geldiler ve hiçbir mukavemet ya da itirazla karşılaşmadan mahalleyi komple yıktılar. Şimdi gidin o mahalleye bakın. O yerleşim, mimari açıdan bile baksanız geçiciliğin tanımı olması açısından çok daha basit çözümleri barındırıyordu. Ama şimdi gidin bakın, tam bir keşmekeşliği barındırıyor orası. O yeşil alan apartmanlarla üst üste çirkin bir halde kayboldu.

“ BELEDİYE LONCA’DA YABANCI ŞİRKETLERİ DEVREYE SOKUYOR, SULUKULE’DE DE HALKA MALINIZI SATMAYIN DİYOR. BU NE PERHİZ, BU NE LAHANA TURŞUSU “

Sulukule ile ilgili çalışmalarınıza geçersek şunu sormak istiyoruz. Sulukule’de dönüşüm projesine halkın katılımını sağlamak için çok ciddi bir aydın inisiyatifi gelişti. Sizin bu konuda büyük rolünüz var. Ama biliyoruz ki İstanbul’da bir çok mahallede yıkım süreci devam ediyor. Diğer mahallelere de bu şekilde aydın desteği sağlanabilecek mi?

Sulukule önemli bir kilometre taşı, bir örnek. İyi örnekler her zaman kötü örnekleri yok eder. Eğer bir iyi örnek başarılırsa devamı gelir. Sulukule’de çelişki o kadar yüksek ki... Ama işte böyle çelişkinin en yüksek olduğu bir yerde çözümün de ortaya çıkması o kadar kolaylaşır. Sulukule kentsel olarak zengin bir bölge. İnsanları, mevkii, yaşantı kültürü ile. Böyle bir yerin, böyle dikkat çekici bir yerin, Romanların merkezi deniyor, dünyada Romanların bir merkezi olsaydı işte burası olurdu deniyor, kaybı çok kötü olur. Simgesel izleri var, akılda kalan bir yer. Ben Sulukule’de yaşanan mücadelenin başka yerlerdekilere örnek olacağını düşünüyorum. Burada bakın insanlar bir başarı ortaya koydular. Ayazma mahallesindeki insanlar satıp gittiler, Küçükarmutlu aynı şekilde, bir çok yerde benzer sorunlar var. Süleymaniye’ye hiç dokunmadık, Lonca Mahallesi’ne de. Bakın onlara hiç dokunmadık daha. Bakın burada belediye başkanı diyor ki: “Ben onlara satmayın dedim”. Halbuki orada da tam tersine Belediye, yabancı şirketleri bile devreye sokuyor. O zaman bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Sen buraların satılmasını istemiyorsan, yerleşik nüfusun kalmasını istiyorsan, bunu Lonca’da da yaparsın Ayvansaray’da da yaparsın. Ayvansaray’da oradaki evlerin çoğunu yıktılar.

Bugün geldiğimiz noktayı, çünkü bugün önemli bir toplantıya imza attınız, ciddi bir yuvarlak masa toplantısıyla bu noktaya gelindi, nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben bu başarının her zaman elde edilebilir olduğunu düşünüyorum. Burada dikkat ederseniz belediyenin yanlış kullandığı bazı yöntemler var. Yöntemleri görmeyip sadece içeriğine karşı çıkarsak kazanamıyoruz. Çünkü adam diyor ki “ siz o zaman bir proje getirin.” Dolayısıyla onlar katılım istemiyorlar, onlar böyle kalsın istiyorlar. Biz diyoruz ki bakın bu değişim başka türlü de olabilir. Yani bunun yöntemleri var. Bu konuda dünyada büyük deneyimler oluşmuş durumda. Şurada bakın bir hafta, genç öğrenciler çalıştılar ve İstanbul tarihinde 50’lerden beri süren bir sorgulama var bu konuda. Yani bu şehircilik konusunda 50’lerden beri İstanbul’da uygulamalar var. Yöntemi dikkate aldığımız zaman karşı tarafı çözebiliyoruz. Haklı olan haklı olduğunu ifade ettiği yöntemleri kullanmak zorunda. Sadece düşünce olarak haklı olduğunu ifade etmek yetmiyor. Ben de bir mimar olarak, bir profesyonel olarak başka bir şey düşünüyorum ama bunu söylemenin yetmediğini düşünüyorum. Normalde bir makale yazarsın sorunların çözebilirsin. Ama hayır sorunu çözemiyoruz. Demek ki artık sadece söylemek yetmiyor. Demek ki sözle karşı çıkmak gerekmiyor. Bakın İngilizler geldiler, hemen çektik yanımıza ve anlattık. Yani nasıl bir imkan bulursak onu kullanmaya çabalıyoruz. Çünkü bu iş artık dünyada da yaşanan bir şey. Her yerde sadece Türkiye’de değil. Adam beş milyondan söz ediyor. Dolayısıyla bizim başka yerlerdeki örneklerin tecrübesinden de yararlanmaya ihtiyacımız var. Biz burada bir deney yaşıyoruz. Biz de öğreniyoruz, hep birlikte öğreniyoruz. Belediye de bunu yapacak. Sadece kötü niyet yok, karşılıklı bir de bir yapma tarzı var. O yapma tarzını dikkate almadan, sadece sermaye kötüdür, belediye başkanı kötüdür, dediğimiz anda çözemeyiz. Belki onlar da çözmek istiyorlar. Düşünsenize yaptıkları her şeyde başarısız oluyorlar. Örneğin Dalan. Dalan İstanbul’da Haliç’i yıktı ne oldu. Adamı dünyalara sığdıramadılar, halk seviyor diye. İlk seçimde iktidardan düşürdü halk. Niye? Çünkü halka eziyet edene halk cevabını seçimde verir. Onun için haksızlık yapan haksızlığı sonuna kadar yapamaz. Onu dikkate almak lazım. Biz ne yapmak istiyoruz, belediyeyi başarılı kılmak istiyoruz. Bizim adamın koltuğunda gözümüz var mı? Kendiniz için bir şey istemeyeceksiniz. Bir uzman eğer kendisi için bir şey istiyorsa uzman olduğunu unutuyor demektir. Çünkü sizin çizdiğiniz şey insanların hayatını ilgilendiriyor. Orada işte farklı görüşlere açık olmak, farklı talepler dinlemek gerekiyor. Kendinizi bir yatırımcının daracık dünyasına kapattığınız zaman artık o mimarlık olmuyor. Sadece onun isteklerini yapan bir insan oluyorsunuz. Bu açıdan da bakmak lazım. Bir şairin matbaacının emrinde çalışması gibi. Böyle bir şey olamaz. Bugün kültür böyle bir kurum. Kültür bağımsızlık gerektiriyor, iktidara gerektiğinde kafa tutmayı gerektiriyor. Çünkü insanlar hayatlarını kültürle yeniliyorlar. Dünyada kültürün oynadığı rol bu artık. Eskiden nesne olarak görüyorlardı vatandaşları. Ne ihtiyaçları varsa onu yaptırıyorlardı. Çünkü konuşmasını bilmiyordu vatandaş. Vatandaşın bir şey söylemeye hakkı yoktu. Bebek gibi, konuşmayı bilmeyen bir çocuk gibi. Şimdi kültürel olarak bakılıyor vatandaşa, çünkü vatandaş beceriyor artık. Vatandaşın artık kimliği var, kabiliyetleri var ve onu özne yapabildiğin zaman başarılı oluyorsun. Yani vatandaşın siyasa sürecin öznesi olması gerekir yani bütün demokrasi bu değil mi halkın egemenliği deniyor, kayıtsız şartsız. Bu o kadar önemli ki seçilmişlerin üzerinde kılıç gibi durmalı. Biz de ise seçildikten sonra köprüler atılıyor. Seçim zamanlarında politikleşme gibi bir şey oluyor ama seçildikten sonra müteahhitler tarafından rehin alınıyor belediye başkanları. Biz seçiyoruz ve seçtiklerimizi bir azınlığa bir güçlü gruba rehin olarak veriyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder